top of page

Ceza Hukukunda Kanunilik İlkesi: Tarihi Gelişim, Belirlilik, Kıyas Yasağı

  • avmuhammedaliyigit
  • 10 Tem
  • 7 dakikada okunur

Ceza hukuku, birey hak ve özgürlüklerini güvence altına almak amacıyla sıkı şekil kurallarına dayanır. Bu kuralların en temel taşlarından biri, “Kanunilik İlkesi”dir. Modern ceza hukuku sistemlerinin omurgasını oluşturan bu ilke, bireylerin ancak önceden kanunla suç olarak tanımlanmış eylemlerden dolayı cezalandırılabileceğini ifade eder.

Kanunilik ilkesini ilk defa Beccaria,“Suç ve Ceza” adlı eserinde sistemli hale getirirken, Alman hukukçu Feuerbach, “nullum crimen, nulla poena sine lege” formülüyle ilkeyi evrensel düzeye taşımıştır. “Nullum crimen, nulla poena sine lege” (Kanunsuz suç ve ceza olmaz) ilkesi, bireyin özgürlük alanını güvence altına alır. Bu ilke sayesinde birey, hangi eylemlerin suç teşkil ettiğini ve bu eylemlerin hangi yaptırımlarla karşılık bulacağını önceden bilir ve davranışlarını buna göre yönlendirme hakkına sahip olur.

Kanunilik ilkesi yalnızca bir ceza normunun kanunda bulunmasıyla sağlanmaz; aynı zamanda bu normun açık, öngörülebilir ve belirli olması gerekir.


Kanunilik İlkesinin Alt İlkeleri


Kanunilik ilkesinin alt ilkeleri, ceza hukukunda temel güvence mekanizmaları olarak işlev görür ve bireylerin hukuki güvenlik hakkının korunmasında kritik rol oynar. Bu alt ilkelerden ilki olan belirlilik ilkesi (Bestimmtheitsgebot), sadece suçun ve cezanın kanunda yer almasını yeterli görmez; aynı zamanda bu hükümlerin açık, net ve sınırları belirlenmiş olması gerekliliğini ifade eder. Türk Ceza Kanunu’nun 2. maddesinin birinci fıkrasında geçen “açıkça” ifadesi, bu gerekliliği vurgular. Hukuki metinlerin muğlak ve belirsiz olması, bireylerin hangi davranışlarının suç teşkil edeceğini veya hangi cezaların uygulanacağını önceden öngörememesine sebep olur. Bu da hukuki güvenliğin temelini zedeler. Yargıtay da bu konuda, özellikle ceza yasalarının somut ve kesin kurallar içermesi gerektiğini, belirsiz ifadelerin ceza hukukunda uygulanamayacağını açıkça belirtmiştir.

İkinci alt ilke olan kıyas yasağı (Analogieverbot), fail aleyhine ceza hukukunda kıyas yapılamayacağını kesin biçimde düzenler. Türk Ceza Kanunu’nun 2. maddesinin üçüncü fıkrasında, “Kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz” ifadesiyle bu yasak açıkça hükme bağlanmıştır. Kıyas yasağı sadece suç ve cezalara değil, aynı zamanda suçun maddi unsurları olan hukuka aykırılık, kusurluluk, teşebbüs, iştirak ve içtima gibi kavramlara da uygulanır. Bu ilke, ceza hukukunun öngörülebilirliğini ve adil uygulanmasını sağlar. Yargıtay, bu konuda özellikle failin lehine olan yorumların dahi kıyas yolu ile genişletilmemesi gerektiğini vurgulamış, aksi takdirde hukuki belirsizlik yaratılacağını belirtmiştir. Şekli ceza hukukunda ise, lehine kıyas mümkün olmakla birlikte, bu durum istisnai ve sınırlı tutulmalıdır.

Üçüncü ve son alt ilke, örf ve adetin ceza hukukunda kaynak olamayacağıdır. “Nullum crimen sine lege scripta” ilkesi, ceza hukukunun normatif kaynağının sadece yazılı kanun olduğunu ve örf ile adetin ceza hukuku bakımından bağlayıcı bir kaynak oluşturamayacağını ifade eder. Türk Ceza Kanunu’nun 2. maddesi, sadece kanunu ceza hukukunun kaynağı olarak kabul eder. Bu çerçevede, örf ve adet kuralları, ceza hukukunda suç ve ceza yaratma fonksiyonuna sahip değildir. Yargıtay kararlarında da bu ilke sıkça teyit edilmiştir. Örneğin, Yargıtay Ceza Genel Kurulu, ceza hukukunda ancak yazılı kanunda yer alan düzenlemelerin bağlayıcı olduğunu, örf ve adetlerin ceza hukuku alanında normatif anlamda uygulanamayacağını hükme bağlamıştır. Bu yaklaşım, kanunilik ilkesinin temel gereği olarak, ceza hukukunda keyfi uygulamaların önüne geçilmesini sağlar ve bireylerin hukuki öngörülebilirliğini güçlendirir.

Bu üç alt ilke, ceza hukukunun temel yapı taşları olup, kanunilik ilkesinin etkin ve adil bir biçimde uygulanmasını mümkün kılar. Belirlilik ilkesiyle suç ve cezanın sınırları netleşirken, kıyas yasağı fail lehine ya da aleyhine keyfi genişletmelerin önüne geçer. Örf ve adetin kaynak olmaması ilkesi ise, ceza hukukunun yalnızca demokratik meşruiyete dayanan yazılı normlar tarafından şekillendirilmesini sağlar. Böylece, kanunilik ilkesinin koruyucu fonksiyonu, bireyin temel hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınması açısından vazgeçilmez bir unsur olarak ceza hukukunda yerini alır.


Normatif Dayanaklar


Normatif dayanaklar ceza hukukunun temel taşlarını oluşturur ve kanunilik ilkesinin de esas kaynaklarını teşkil eder. Türk Ceza Kanunu’nun 2. maddesi, ceza hukukunun şekli kaynağının yalnızca kanun olduğunu açıkça belirtmekte, bu sayede keyfi uygulamaların önüne geçilerek hukuki güvenlik sağlanmaktadır. Anayasa’nın 38. maddesi ise kişinin suç ve ceza bakımından kanun önünde korunmasını garanti altına almakta, “Kimse kanunen suç sayılmayan bir fiilden dolayı cezalandırılamaz” hükmüyle kanunilik ilkesini anayasal güvenceye kavuşturmaktadır.

Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 7. maddesi uluslararası düzeyde benzer bir koruma sağlar; burada “Hiç kimse, işlendiği zaman suç teşkil etmeyen bir fiil nedeniyle cezalandırılamaz” ifadesiyle bu ilke pekiştirilmiştir. Bu normlar, yalnızca cezanın kanuni olmasını değil, aynı zamanda suç ve cezanın açık, belirgin ve öngörülebilir olmasını da zorunlu kılar. Yargıtay kararlarında da kanunilik ilkesine sıkça vurgu yapılmakta; özellikle belirsiz düzenlemelerin fail lehine yorumlanması gerektiği, cezaların kanunda açıkça yazılmayan genişletici yorumlarının yapılamayacağı belirtilmektedir.

Örneğin, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2013/20-34 E. sayılı kararında, kanun metninde yer almayan fiillerin suç kapsamına alınamayacağına işaret edilmiştir. Benzer şekilde, Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 2016/10235 E., 2017/7126 K. sayılı kararında kanunilik ilkesinin failin lehine yorumlanması gerektiği teyit edilmiştir. Tüm bu normatif dayanaklar, ceza hukukunda bireylerin hukuki belirlilik ve güvenlik içinde hareket etmelerini sağlamakta, devletin keyfi yaptırım uygulamalarını engellemektedir. Böylece hukuk devleti ilkesi ve insan haklarına saygı çerçevesinde ceza hukukunun temel işlevi yerine getirilmektedir.


Uluslararası Hukukta Kanunilik İlkesi


Uluslararası hukukta suçların ve cezaların kanuniliği ilkesi, özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 7. maddesiyle güvence altına alınmış temel bir insan hakkı olarak kabul edilmektedir. AİHS m. 7/1 hükmü uyarınca, "Hiç kimse, işlendiği zaman suç teşkil etmeyen bir fiil veya ihmali nedeniyle cezalandırılamaz. Yine hiç kimseye, işlendiği zaman uygulanabilecek olandan daha ağır bir ceza verilemez." Bu düzenleme ile yalnızca geçmişe yönelik ceza normlarının uygulanması yasaklanmakla kalmaz, aynı zamanda bireyin hangi fiilin suç sayılacağını ve hangi yaptırımı doğuracağını önceden öngörebilmesi de güvence altına alınır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) bu hükmü yorumlarken sıkça “hukuki güvenlik” ve “öngörülebilirlik” ilkelerine atıf yapar. Mahkemeye göre bir ceza normunun birey tarafından anlaşılabilir olması gerekir; bir kişinin davranışının suç teşkil edip etmediğini makul bir şekilde öngörebilmesi, ceza adaletinin asgari bir gereğidir.

AİHM’nin bu konudaki içtihatları arasında yer alan 25 Mayıs 1993 tarihli Kokkinakis v. Yunanistan kararı, kanunilik ilkesinin uluslararası düzeydeki yansımasını anlamak bakımından oldukça önemlidir. Somut olayda başvurucu, Yehova Şahitleri’nden olup dinî inancını yaydığı gerekçesiyle Yunan Ceza Kanunu uyarınca "yasaklanmış misyonerlik faaliyeti" yaptığı gerekçesiyle cezalandırılmıştır. AİHM, olayda uygulanan ceza normunun yeterince açık ve öngörülebilir olmadığını tespit ederek Sözleşme'nin 7. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Mahkeme, bir normun lafzi içeriği kadar uygulamadaki netliğinin de önem taşıdığını belirtmiş, soyut ve belirsiz düzenlemelere dayanarak bireyin cezalandırılmasının hukuki güvenlik ilkesine aykırı olduğunu vurgulamıştır. Bu karar, ceza hukukunda belirlilik ve açıklığın yalnızca iç hukuk bakımından değil, uluslararası denetim mekanizmaları tarafından da sıkı şekilde korunduğunu ortaya koymaktadır.

AİHM, sadece normun metin düzeyindeki açıklığını yeterli görmez; aynı zamanda uygulama pratiğini de dikkate alarak kanunilik ilkesinin ihlal edilip edilmediğini değerlendirir. Bu bakımdan “açıklık”, soyut normun lafzi dilinden ziyade, o normun fiilen nasıl uygulandığı ve yorumlandığı bağlamında ele alınmaktadır. Mahkeme, bireyin, ceza tehdidi altındaki bir davranışı gerçekleştirmeden önce hangi davranışların cezalandırılacağını makul ölçüde anlayabilmesini zorunlu görür. Öngörülebilirlik ilkesi bu bağlamda sadece hukukçuların değil, normal bir vatandaşın da söz konusu düzenlemeyi anlayabilecek durumda olması gerektiğini ifade eder. Bu da, ceza normlarının teknik ve kapalı bir dille değil, açık ve net bir şekilde düzenlenmesi gerekliliğini ortaya koyar.

AİHM kararları ışığında ceza hukukunun temel ilkelerinden olan kanunilik, salt iç hukuk metinlerinde bulunmasıyla yeterli olmayıp, aynı zamanda somut olayda adil uygulama ve bireyin hukuki konumunun öngörülebilirliğiyle de doğrudan ilgilidir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi m. 7’nin bu anlamdaki koruma işlevi, özellikle otoriter rejimlerde veya keyfi uygulamalara açık sistemlerde bireyin devlete karşı korunmasında hayati bir rol oynar. AİHM, Sözleşme'ye taraf devletlerin ceza hukukunu şekillendirirken, hem içerik hem de uygulama açısından belirli bir hukuki özeni göstermeleri gerektiğini açıkça ortaya koymuştur. Sonuç olarak, kanunilik ilkesi sadece bir iç hukuk ilkesi değil, aynı zamanda uluslararası insan hakları hukuku bakımından da bağlayıcı nitelikte temel bir prensiptir.


Yargıtay Kararlarında Kanunilik İlkesi


Yargıtay kararları, kanunilik ilkesinin uygulanmasında somut örnekler sunarak ilkenin hukuk sistemimizdeki önemini ve kapsamını göstermektedir. Bu kararlar, belirlilik ilkesi, kıyas yasağı ve örf ile adet kurallarının ceza hukuku bakımından kaynak olmaması ilkelerinin pratikte nasıl yorumlandığını ortaya koymaktadır.

Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin 2019 yılında verdiği bir kararında (E. 2018/9932, K. 2019/11236, T. 26.11.2019), sanık hakkında hakaret suçundan ceza verilmiş olmakla birlikte, sarf edilen sözlerin nesnel olarak küçük düşürücü nitelikte olmadığı tespit edilmiştir. Bu nedenle, yorumun genişletilerek cezalandırma yapılmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle beraat kararı verilmiştir. Bu karar, hem belirlilik ilkesine hem de kıyas yasağına uygunluk açısından önemli bir örnek teşkil eder. Ceza verilebilmesi için kanunda açıkça tanımlanmış bir suçun varlığı gerekir; aksi takdirde kanunun açık sınırları dışına çıkılarak yorum yoluyla yeni suçlar yaratılması mümkün değildir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2013 tarihli kararı (E. 2013/5-40, K. 2013/110, T. 14.05.2013) ise kanunilik ilkesinin temel prensiplerini özetler niteliktedir. Kararda, suç ve cezanın yalnızca kanunla belirlenebileceği ve fail aleyhine olacak şekilde kıyas ya da geniş yorum yapılamayacağı açıkça ifade edilmiştir. Bu hüküm, ceza hukukunun keyfi ve belirsiz uygulamalardan arındırılması için vazgeçilmez bir ilke olduğunu ortaya koyar.

Bir diğer önemli karar ise Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nden gelmiştir (E. 2015/2415, K. 2015/15828, T. 14.12.2015). Bu kararda, failin eyleminin kanunda açıkça suç olarak tanımlanmaması halinde ceza verilmesinin mümkün olmadığı vurgulanmıştır. Ayrıca, örf ve adet kurallarına dayanılarak ceza verilemeyeceği de belirtilmiştir. Bu karar, yazılı kanunilik ilkesinin somut yansımasıdır ve “nullum crimen sine lege scripta” ilkesinin uygulamadaki karşılığıdır. Böylece, ceza hukuku ancak yazılı kanunlar çerçevesinde şekillenir, yazılı olmayan kurallarla ceza uygulanması hukuken mümkün değildir.

Bu Yargıtay kararları birlikte değerlendirildiğinde, kanunilik ilkesinin ceza hukukunun temel yapı taşlarından biri olduğu, bu ilkeye aykırı davranışların hukuki güvenliği zedelediği ve bireyin haklarını koruma amacını zayıflattığı anlaşılır. Kanunilik ilkesi, belirsizliğin önlenmesi, keyfi yorumların engellenmesi ve yazılı normların esas alınması suretiyle ceza hukukunun adil ve öngörülebilir bir şekilde uygulanmasını sağlar. Bu yönüyle Yargıtay içtihatları, hukuk güvenliğinin ve bireysel hakların korunmasında kritik bir işlev görür.


Sonuç


Kanunilik ilkesi, ceza hukukunun temel taşıdır ve suç ile cezanın ancak açık, net ve öngörülebilir kanunlarla belirlenmesini zorunlu kılar. Bu ilke, fail aleyhine olacak şekilde kıyas ve geniş yorum yapılmasını yasaklayarak bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunmasına hizmet eder. Kanunilik ilkesine uygun hareket edilmediğinde, hukuki belirsizlik doğar, keyfi uygulamalar artar ve bu durum bireyin hukuki güvenliğini zedeler.

Pratik uygulamada, kanunilik ilkesine aykırı verilen kararlar Yargıtay ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarıyla düzeltilmektedir. Yargıtay içtihatları, kanunlarda açıkça düzenlenmeyen eylemlerden dolayı ceza verilemeyeceğini, geniş yorum ve kıyasa yer olmadığını vurgulayarak hukuk güvenliğinin sağlanmasına katkıda bulunur. Benzer şekilde, AİHM de özellikle AİHS’nin 7. maddesi kapsamında, suçun ve cezanın önceden kanunlarda belirlenmiş olması gerektiğini, hukuki belirsizlik nedeniyle bireylerin cezalandırılamayacağını kabul ederek temel hakların korunmasına destek olur. Böylece, hem ulusal hem de uluslararası yargı organları, kanunilik ilkesinin uygulanmasıyla hukuk düzeninde öngörülebilirliği ve adaleti temin etmektedir.


Av. Muhammed Ali YİĞİT LLM


ceza hukukunda kanunilik ilkesi, nullum crimen nulla poena sine lege, kıyas yasağı ceza hukuku, belirlilik ilkesi, ceza hukukunun kaynakları, örf ve adet ceza hukuku, TCK m. 2 yorumu, suç ve ceza ilkesel temelleri, Montesquieu Beccaria Feuerbach, Türk ceza hukuku tarihi




 
 
 

Yorumlar


Yiğit Legal © 2025 Tüm hakları saklıdır.

bottom of page