top of page

Suça İştirak Nedir? | Türk Ceza Hukukunda İştirak Türleri, Şartları ve Sonuçları (TCK Madde 37-39)

1. Giriş

Ceza hukukunda iştirak kurumu, birden fazla kişinin aynı suçun işlenmesine katılması halinde her birinin cezai sorumluluk sınırını belirleyen temel kavramlardan biridir. Kural olarak suç, tek bir fail tarafından işlenebilir. Ancak günümüzün sosyal ve ekonomik ilişkileri, suçların çoğu zaman birden fazla kişi tarafından, planlı biçimde işlendiğini göstermektedir.

Bu durum, “birlikte suç işleme” hâllerinde kimin ne ölçüde sorumlu olacağı sorusunu gündeme getirir. Türk Ceza Kanunu (TCK), bu sorunu çözmek amacıyla suça iştirake ilişkin ayrıntılı hükümler getirmiştir.

5237 sayılı TCK, iştirak konusunda ikili sistemi benimsemiştir. Buna göre suç ortakları;

  • Failler (TCK m.37),

  • Azmettirenler (TCK m.38) ve

  • Yardım edenler (TCK m.39)
    şeklinde sınıflandırılmıştır.

Bu ayrım, cezalandırmada adalet ve orantılılık ilkelerinin somut biçimde uygulanmasını sağlar. Böylece her bir kişi, suçun oluşumuna yaptığı katkı oranında sorumlu tutulur.

Bu makalede, suça iştirakin teorik temelleri, çeşitleri, uygulama koşulları, özgü suçlarda iştirak, taksirli suçlarda iştirakin imkânsızlığı ve Yargıtay kararları ışığında iştirak uygulaması detaylı biçimde ele alınacaktır.

Heading 2

1.1. İştirak Kavramı

Ceza hukukunda iştirak, bir suçun işlenmesine birden fazla kişinin katılımını ifade eder.
Failin tek başına da işleyebileceği bir suça başka bir kişinin katkıda bulunması, ikinci kişi açısından suça iştirak niteliği taşır. Bu durumda her bir katılımcının cezai sorumluluğu, suçun işlenişine sağladığı katkının niteliği ve yoğunluğu ölçüsünde belirlenir. Ancak bazı suçlar vardır ki, yapıları gereği en baştan itibaren birden fazla kişinin varlığını zorunlu kılar. Bu tür suçlar çok failli suçlar olarak adlandırılır.
Örneğin:

  • Rüşvet suçu, bir kamu görevlisi ile rüşvet veren kişi arasında karşılıklı irade uyuşmasıyla gerçekleşir.

  • Suç örgütü kurma suçu (TCK m.220) ise en az üç kişinin bir araya gelmesini gerektirir.

Bu tür suçlarda, kanunda öngörülen zorunlu sayının dışında kalan kişilerin fiilleri, artık genel iştirak hükümleri çerçevesinde değerlendirilir. Yani zorunlu failler dışında kalan diğer kişiler “yardım eden” veya “azmettiren” sıfatıyla cezalandırılır. İştirak, ceza hukukunun yalnızca teknik bir konusu değil, aynı zamanda adalet ve orantılılık ilkelerinin uygulanma alanlarından biridir. Birden fazla kişinin katıldığı suçlarda, kimin hangi dereceyle sorumlu olacağının doğru belirlenmesi, hem maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasını hem de adil cezalandırmayı sağlar.

1.2. Tarihsel Gelişim

Türk ceza hukukunda iştirak hükümlerinin kökeni, Osmanlı dönemine kadar uzanır.
Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye döneminde, fiile katkıda bulunan herkesin aynı şekilde sorumlu tutulduğu eşitlikçi sistembenimsenmişti. Daha sonra yürürlüğe giren 1926 tarihli 765 sayılı Türk Ceza Kanunu, bu anlayışı büyük ölçüde sürdürdü. Bu kanuna göre, suça katılan herkes — fail, azmettiren veya yardım eden — aynı cezaya tabi tutuluyordu.

Ancak uygulamada bu sistemin adil sonuçlar doğurmadığı görüldü. Çünkü fiili bizzat işleyen kişiyle yalnızca fikir veren veya araç sağlayan kişi aynı şekilde cezalandırılıyordu. Bu durum, kusura dayalı ceza adaleti ilkesine açıkça aykırıydı.

Bu nedenle 2005 yılında yürürlüğe giren 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu, iştirak konusunda ikilik sistemini benimsedi.
Bu sistemde:

  • Failler (TCK m.37),

  • Azmettirenler (TCK m.38) ve

  • Yardım edenler (TCK m.39)

birbirinden ayrı kategoriler olarak düzenlenmiş, cezai sorumlulukları fiile katkılarıyla orantılı hale getirilmiştir.

Bu değişiklik, hem adalet duygusunu güçlendirmiş hem de ceza hukukunda kusura dayalı bireysel sorumluluk ilkesini ön plana çıkarmıştır.

1.3. İştirak Kurumunun Önemi

İştirak hükümleri, yalnızca teorik bir tartışma konusu değildir; uygulamada özellikle örgütlü suçlar, ekonomik suçlar, kamu görevlilerinin suistimalleri ve organize eylemler açısından büyük önem taşır.
Yargıtay içtihatlarında, özellikle müşterek faillik ile yardım etme arasındaki ayrım sıkça tartışılmıştır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında, bu ayrımın temel ölçütü olarak “suç üzerinde ortak hâkimiyet” kavramı benimsenmiştir.
Eğer fail, suçun işlenişine yön veren, planlayan veya icra hareketlerini birlikte kontrol eden konumdaysa, bu durumda müşterek faillik söz konusu olur.
Buna karşılık, yalnızca fiili kolaylaştıran veya failin kararını destekleyen kişiler yardım eden olarak cezalandırılır.

Bu nedenle iştirak kurumu, sadece suç ortaklığını düzenlemekle kalmaz; aynı zamanda bireysel cezai sorumluluğun sınırlarını da belirler.
Hem teorik hem pratik açıdan ceza adaletinin gerçekleşmesi bakımından, iştirak hükümleri TCK’nın en önemli bölümlerinden biri olarak kabul edilir.

3. Suça İştirakin Hukuki Niteliği

Ceza hukukunda iştirak kurumu, yalnızca birden fazla kişinin aynı fiile katılmasını düzenleyen teknik bir müessese değildir; aynı zamanda kusurluluk ilkesinin ve ceza sorumluluğunun şahsiliğinin somutlaşmış halidir.
Bu yönüyle iştirak, bireyin fiiliyle olan bağlantısını, cezalandırmanın sınırını ve suçun toplumsal yönünü belirleyen temel kavramlardan biridir.

3.1. İştirakin Teorik Temelleri

İştirak kurumunun hukuki niteliği doktrinde uzun yıllar tartışılmıştır.
Klasik yaklaşımlar iki ana teoride toplanır:

  • Bağımsızlık (ayrıklık) teorisi:
    Bu görüşe göre, her failin eylemi kendi başına bir suç oluşturur. Dolayısıyla birden fazla kişi aynı suçun oluşumuna katkı sağlasa bile, her biri kendi fiilinden sorumlu tutulur.
    Bu anlayış, bireysel kusur ve ceza sorumluluğu ilkesine sıkı biçimde bağlıdır.

  • Bağlılık teorisi:
    Buna göre iştirak, tek bir suçun ortaklaşa işlenmesidir. Ortada tek bir fiil ve tek bir suç vardır; suç ortaklarının sorumluluğu birbirine bağlıdır.
    Bu sistemde, asli failin fiili “suç” niteliği taşımıyorsa, iştirak edenler de cezalandırılamaz.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, bu iki teoriyi tamamen reddetmemiş; ancak karma bir model benimseyerek adaletle orantılı bir denge kurmuştur.
TCK, fiil üzerinde ortak hâkimiyet kuranları “fail” olarak değerlendirirken, yalnızca destekleyici katkı sağlayanları “yardım eden” veya “azmettiren” sıfatıyla cezalandırır.

Bu yönüyle, Türk sistemi bağlılık teorisinin esaslarını kabul etmekle birlikte, bağımsızlık teorisinin kusur temelli yaklaşımını da içinde barındırır.
Sonuç olarak, iştirak edenlerin cezai sorumlulukları artık “ortak fiil” yerine, “kişisel katkı” ölçüsünde belirlenmektedir.

3.2. Kusurluluk ve Ceza Sorumluluğunun Şahsiliği İlkesi

İştirak kurumunun özünde, kusurluluk ve ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkeleri yatar.
Hiç kimse, yalnızca başkasının fiilinden dolayı cezalandırılamaz.
Her bir suç ortağı, suçun işlenmesine yaptığı bilinçli ve iradi katkı oranında sorumlu tutulur.

Bu yaklaşım, “kolektif suçluluk” anlayışına karşı en güçlü hukuki güvencelerden biridir.
Dolayısıyla, iştirak hükümleri yalnızca cezayı paylaştırma aracı değil; aynı zamanda bireyin iradesini koruyan bir anayasal ilkedir.

Yargıtay da bu hususu birçok kararında açıkça vurgulamıştır.
Örneğin:

“Suçun icrasına iştirak eden herkesin, fiilin işlenişindeki katkısı, kast derecesi ve eylemdeki rolü ayrı ayrı değerlendirilmeli; fail, azmettiren veya yardım eden konumları buna göre belirlenmelidir.”
(Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 2017/508 E., 2018/342 K., 10.07.2018 T.)

4. Suça İştirak Türleri (Faillik, Azmettirme, Yardım Etme)

Türk Ceza Kanunu’nun 37, 38 ve 39. maddeleri, suça iştirakin türlerini açık bir biçimde düzenlemiştir.
Kanun koyucu, failler, azmettirenler ve yardım edenler arasında açık bir ayrım yaparak, her birinin cezai sorumluluğunu fiile katkısı oranında belirlemiştir. Bu sistem, 5237 sayılı TCK’nın ikilik sistemini benimsemesinin en somut örneğidir.

4.1. Faillik (TCK m.37)

Bir suçun icrasını doğrudan gerçekleştiren kişi fail, birlikte gerçekleştirenler ise müşterek fail olarak kabul edilir.
Fail, suçun işleniş sürecine hâkimdir; yani fiilin icra hareketleri üzerinde ortak hâkimiyet sahibidir.

TCK m.37/1 uyarınca:

“Suçu işleyen kişi faildir. Suçun işlenişine birden fazla kişi iştirak etmişse, bunlar müşterek fail olarak sorumlu tutulur.”

Bu hüküm, “fiil üzerinde hâkimiyet” ilkesini esas alır.
Eğer iki veya daha fazla kişi, suçu birlikte planlamış ve icra etmişse, her biri fail olarak cezalandırılır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun içtihatlarında da bu ilke istikrarlı biçimde korunmaktadır:

“Suçun işlenişi üzerinde birlikte hâkimiyet kuran kişiler, eylemi birlikte gerçekleştirmiş olmasalar dahi müşterek fail sayılırlar.”
(YCGK, 2019/410 E., 2021/45 K., 16.03.2021 T.)

Faillikte önemli olan, fiilin sonucuna egemen olma iradesidir.
Sadece fiili kolaylaştıran ya da moral destek sağlayan kişi, fail değil “yardım eden” olarak değerlendirilir.

4.2. Azmettirme (TCK m.38)

Azmettirme, başkasını bir suçu işlemeye karar vermeye yöneltme fiilidir.
Azmettiren kişi, fiili bizzat işlemez; ancak failin suç işlemeye yönelik kararını doğrudan etkiler.
Bu nedenle azmettiren, faille aynı ceza sorumluluğunu taşır.

TCK m.38 açıkça belirtir:

“Başkasını suç işlemeye azmettiren kişi, işlenen suçun cezası ile cezalandırılır.”

Azmettirme, yalnızca tam ve doğrudan yönlendirme halinde mümkündür.
Yani failin suç işleme kararının azmettirenin etkisiyle doğmuş olması gerekir.
Eğer fail zaten suçu işlemeye kararlıysa, yapılan etki artık “azmettirme” değil, en fazla “yardım etme” sayılır.

Yargıtay kararlarında bu fark özellikle vurgulanmıştır:

“Failin suç işleme kararını kendi iradesiyle vermiş olması halinde, diğer kişinin telkin veya tavsiyeleri azmettirme değil, yardım etme niteliğindedir.”
(Yargıtay 1. CD, 2020/2957 E., 2021/874 K.)

Bu nedenle azmettirme, yalnızca failin karar sürecine doğrudan etki eden psikolojik bir yönlendirme olarak kabul edilir.

4.3. Yardım Etme (TCK m.39)

Yardım etme, failin suç işleme kararına katılmadan, fiilin işlenmesini kolaylaştıran her türlü destek eylemini kapsar.
Yardım, hem manevi hem de maddi olabilir:

  • Maddi yardım: Suçun işlenmesinde kullanılacak araçların sağlanması, failin suç mahalline götürülmesi veya kaçışına yardım edilmesi gibi fiillerdir.

  • Manevi yardım: Faili suç işlemeye teşvik etmek, onu cesaretlendirmek veya suç planına destek vermek şeklinde olabilir.

TCK m.39 hükmüne göre:

“Suçun işlenmesine yardım eden kişi, işlenen suçun cezasından indirim yapılarak cezalandırılır.”

Bu durumda failin aldığı cezanın yarısı veya üçte ikisi oranında indirim uygulanır.
Yardım edenin sorumluluğu, fiil üzerinde hâkimiyet kurmamasına rağmen suça katkısı nedeniyle doğar.

Yargıtay, fail ile yardım eden arasındaki farkı belirlerken şu ölçütleri esas almaktadır:

“Fail, suçun icra hareketleri üzerinde hâkimiyet kurandır; yardım eden ise fiilin icrasına dolaylı veya tali şekilde katkı sağlayandır.”
(Yargıtay 5. CD, 2018/2456 E., 2019/3784 K.)

Dolayısıyla, yardım eden kişi suçun doğrudan faili değil, yardımcı fail konumundadır.

4.4. Faillik – Azmettirme – Yardım Etme Ayrımının Önemi

Bu üç kavram arasındaki sınır, ceza hukukunda adalet ve orantılılık ilkesinin uygulanması bakımından son derece önemlidir.
Fiili planlayan, yönlendiren ve icra eden kişilerin aynı ceza ile cezalandırılması, adalet duygusunu zedeler.

Bu nedenle, 5237 sayılı TCK’da her bir iştirak türü farklı ceza aralıklarına bağlanmıştır.
Böylece kanun koyucu, cezalandırmada fiile katkı oranını ve kişisel kusuru esas almıştır.

Yargıtay uygulamasında da, özellikle karmaşık suç örgütlerinde fail, azmettiren ve yardım edenlerin konumları ayrı ayrı değerlendirilmektedir.
Bu yaklaşım, hem kusura dayalı ceza sorumluluğunu hem de bireysel adaleti sağlamaktadır.

5. Suça İştirakte Kast ve Kusur İlişkisi

Suça iştirakte cezai sorumluluğun doğabilmesi için, katılan kişilerin fiilin işlenmesine yönelik ortak bir kast taşımaları gerekir. Kast, suçun manevi unsurunu oluşturur ve iştirak kurumunun temelini belirler. Başka bir deyişle, birden fazla kişinin suça katılımı ancak kastın paylaşılması halinde cezai sorumluluk doğurur.

5.1. Ortak Kastın Varlığı

İştirakte kast, tek tek faillerin bireysel kastlarının toplamı değil; fiilin işlenmesine yönelik ortak irade birliğidir.
Her bir katılımcı, suçu işlemeye yönelik karara bilinçli olarak katılmalı ve eylemin gerçekleşmesini istemelidir.
Bu nedenle, suçun işlenmesine tesadüfen katkıda bulunan veya kast unsuru bulunmayan kişiler iştirak hükümlerine göre değil, kendi fiilleri ölçüsünde cezalandırılır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu, ortak kastın belirlenmesi konusunda şu ölçütleri geliştirmiştir:

 

“Suçun icrasına katılanlar arasında önceden veya fiil sırasında oluşmuş bir fikir ve irade birliği bulunması gerekir.
Fiilin icra hareketleri üzerinde birlikte hâkimiyet kuran kişilerin müşterek faillikleri kabul edilir.”
(YCGK, 2018/274 E., 2020/45 K., 12.03.2020 T.)

Dolayısıyla, ortak kastın varlığı yalnızca sözlü anlaşmayla değil, fiilin icrası sırasında ortaya çıkan fiili işbirliği ile de tespit edilebilir.

5.2. Kusur ve Kusurluluk Derecesi

Ceza sorumluluğunun temeli kusurdur. İştirak hükümleri uygulanırken her katılımcının kusur derecesi ayrı ayrı değerlendirilir. Fiilin planlanmasındaki rolü, kastın yoğunluğu, suça hazırlık aşamasındaki katkısı ve eylem sonrası davranışları bu değerlendirmede önemlidir. TCK’nın genel sistematiği gereği, failin kusuru bireyselleştirilmeden ceza verilemez. Bu yaklaşım, 5237 sayılı TCK’nın benimsediği kusura dayalı ceza sorumluluğu ilkesi ile tamamen uyumludur. Yargıtay uygulamasında da, kastın yoğunluğu ile cezanın belirlenmesi arasında doğrudan ilişki kurulmaktadır:

 

“Suçun icrasına katılanların her biri için kastın yönü, yoğunluğu ve eylemdeki katkı düzeyi ayrı ayrı belirlenmelidir.”
(Yargıtay 1. CD, 2020/3457 E., 2021/1326 K.)

5.3. Taksirli Suçlarda İştirakin Mümkün Olmaması

Taksirli suçlarda iştirak hükümleri uygulanmaz. Zira taksir, kastın aksine, failin suçun sonucunu istememesi, ancak öngörebileceği bir neticeyi dikkatsizlik veya tedbirsizlikle meydana getirmesidir. Dolayısıyla, “ortak kast” unsuru bulunmadığından, iştirak kurumu mantıken uygulanamaz. Bu nedenle birden fazla kişi aynı taksirli fiile neden olsa dahi, her biri bağımsız olarak kendi taksirinden sorumlu tutulur. Bu sistem, Türk Ceza Kanunu’nun 22. maddesinde yer alan “kusurluluk ilkesi”nin bir sonucudur. Yargıtay kararlarında da bu durum açıkça ifade edilmiştir:

“Taksirli suçlarda iştirak hükümleri uygulanamaz. Birden fazla failin aynı neticeye katkısı olsa dahi, her biri kendi taksirli fiili çerçevesinde sorumlu tutulur.”
(Yargıtay 12. CD, 2019/3416 E., 2020/2473 K.)

Ancak burada önemli bir istisna vardır: Eğer kişiler birbirlerinin dikkat ve özen yükümlülüğünü ihlal ederek aynı sonucu doğurmuşlarsa, taksirli hareketlerin birleşmesi söz konusu olur. Bu durumda her fail, müşterek taksir çerçevesinde, kendi kusur oranı kadar sorumlu tutulur.

5.4. Kastın Paylaşılmadığı Durumlarda Cezasızlık

Eğer failin suçu işleme kastı bulunmadığı halde diğer kişiler suça kasıtlı biçimde katılmışsa, artık iştirak hükümleri uygulanmaz.
Bu durumda kasıtlı katılımcıların sorumluluğu teşebbüs veya yardım etme düzeyinde değerlendirilir.
Örneğin, failin bilmeden bir eylemi gerçekleştirmesi, ancak diğer katılımcıların bu eylemi suç olarak bilerek desteklemesi durumunda, kasıt ortaklığı kurulamaz.

Bu ayrım, ceza hukukunda manevi unsurun bireyselliğini korumak için son derece önemlidir.
Ceza sorumluluğunun kişisel olması, suça katılanların yalnızca kendi kusurları ölçüsünde cezalandırılmalarını sağlar.

6. Özgü ve Çok Failli Suçlarda İştirak

Ceza hukukunda her suç, herkes tarafından işlenemez. Bazı suçların faili olabilmek için, belirli bir sıfat veya özellik gerekir. Bu tür suçlara özgü suçlar (mahsus suçlar) denir. Örneğin yalnızca kamu görevlilerinin işleyebileceği zimmet (TCK m.247), rüşvet (TCK m.252) ve irtikâp (TCK m.250) suçları bu kategoriye girer. Öte yandan, yapısı gereği birden fazla kişinin katılımını zorunlu kılan suçlara ise çok failli suçlar denir. Rüşvet, örgüt kurma (TCK m.220), karşılıklı kavga veya anlaşmalı suçlar bu gruptadır. Bu iki suç türü, suça iştirakin sınırlarını belirleme açısından oldukça önemlidir; çünkü failin kim olabileceği ve diğer katılımcıların hukuki konumu bu çerçevede farklılık gösterir.

6.1. Özgü (Mahsus) Suçlarda İştirak

Özgü suçlarda, fiilin faili yalnızca belirli bir sıfata sahip kişi olabilir. Ancak suça katkıda bulunan diğer kişiler, bu sıfata sahip olmasalar bile, azmettiren veya yardım eden olarak cezalandırılabilirler.

TCK m.40/2 bu durumu açıkça düzenlemiştir:

 

“Özgü suçlarda, ancak özel failin ceza sorumluluğunun doğduğu hâllerde diğer kişilerin de iştirakten dolayı sorumluluğu doğar.”

Yani özgü suçun asli faili kamu görevlisi değilse, azmettiren veya yardım eden kişi de cezalandırılamaz. Bu düzenleme, ceza sorumluluğunun şahsiliğini güvence altına alır.

Örnek olarak:

  • Zimmet suçunda (TCK m.247) fail yalnızca kamu görevlisidir.
    Ancak bu suça özel fail sıfatı taşımayan bir kişinin katkısı varsa, bu kişi yardım eden olarak cezalandırılabilir.

  • Rüşvet suçunda ise bir taraf kamu görevlisidir, diğer taraf (rüşvet veren kişi) zaten suçun zorunlu unsurudur; dolayısıyla burada iştirak değil, çok failli suç söz konusudur.

Yargıtay, bu konuda özgü suçun yapısını dikkate alan ayrıntılı değerlendirmeler yapmaktadır:

 

“Zimmet suçuna iştirak eden özel fail dışındaki kişi, kamu görevlisi sıfatını taşımadığından fail olarak değil, ancak yardım eden olarak sorumlu tutulabilir.”
(Yargıtay 5. CD, 2018/2345 E., 2019/3946 K.)

Bu yaklaşım, cezalandırmanın yalnızca failin sıfatına bağlı olarak genişlememesini, yani orantılılık ilkesinin korunmasını sağlar.

6.2. Çok Failli Suçlarda İştirak

Bazı suçların yapısı gereği birden fazla kişi olmadan işlenmesi mümkün değildir. Bu tür suçlara çok failli suçlar denir. Rüşvet, karşılıklı yaralama, anlaşmalı ihaleye fesat karıştırma, örgüt kurma gibi suçlar bu gruptadır. Çok failli suçlarda, failler arasındaki ilişki zorunlu iştirak niteliği taşır. Yani ortada bir suç olabilmesi için birden fazla failin varlığı zaten şarttır.

Örneğin:

  • Rüşvet suçunda, hem rüşvet alan hem rüşvet veren kişi bulunmadan suç oluşmaz.

  • Suç örgütü kurma suçunda (TCK m.220), en az üç kişinin örgüt yapısı içinde bir araya gelmesi gerekir.

Bu tür suçlarda, faillerden birinin cezai sorumluluğu ortadan kalkarsa, suçun diğer tarafı açısından da fiilin niteliği değişebilir. Ancak bu durum, kişisel cezasızlık nedenleri (örneğin akıl hastalığı, yaş küçüklüğü) söz konusuysa, diğer faillerin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Yargıtay uygulaması bu konuda istikrarlıdır:

 

“Rüşvet suçunun oluşabilmesi için, rüşvet alan ve veren arasında irade birliğinin bulunması zorunludur.
Ancak taraflardan birinin cezai sorumluluğunu ortadan kaldıran kişisel neden, diğer tarafın cezasız kalmasına yol açmaz.”
(Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 2019/214 E., 2020/315 K., 18.02.2020 T.)

Bu içtihat, çok failli suçlarda bağımsız ceza sorumluluğunun korunmasını ve suçun toplumsal tehlikesine göre adil bir değerlendirme yapılmasını sağlar.

6.3. Özgü ve Çok Failli Suçlarda Kastın Niteliği

Özgü ve çok failli suçlarda kast, yalnızca fiili gerçekleştirme iradesi değil, aynı zamanda failin sıfatına ve suçun karşılıklı yapısına yönelik bilinci de içerir. Örneğin, bir kimsenin kamu görevlisine rüşvet teklif etmesi için, o kişinin kamu görevlisi olduğunu bilmesi gerekir. Aksi halde, “rüşvet verme kastı” oluşmaz. Benzer şekilde, örgüt suçunda da failin örgüt yapısına bilerek ve isteyerek katılması gerekir; sadece “tanıdıklarıyla birlikte hareket etmesi” yeterli değildir.

Yargıtay bu konuda şu ölçütü belirlemiştir:

 

“Özgü suçlarda failin özel sıfatının bilinmemesi veya çok failli suçlarda karşılıklı irade birliğinin bulunmaması halinde kast unsuru gerçekleşmez.”
(Yargıtay 16. CD, 2020/587 E., 2021/1456 K.)

Bu nedenle, özgü ve çok failli suçlarda iştirak hükümleri uygulanırken kastın kapsamı, suçun yapısına göre daha dar yorumlanmalıdır.

7. Suça İştirakte Gönüllü Vazgeçme ve Teşebbüs

İştirak kurumunun yalnızca suçun işlenişine katılımı değil, aynı zamanda işlenmeden önce veya icra sırasında geri çekilme hallerini de kapsaması gerekir. Bu çerçevede gönüllü vazgeçme ve teşebbüs, iştirak ilişkilerinde failin cezai sorumluluğunu etkileyen iki temel kavramdır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, bu konularda hem bireysel hem de iştirak hâllerine uygulanabilecek ayrıntılı hükümler içermektedir.

7.1. Teşebbüs Kavramı (TCK m.35) ile İştirak İlişkisi

Teşebbüs, failin suçu tamamlamaya yönelmiş hareketlere başlamasına rağmen, elinde olmayan nedenlerle sonucun gerçekleşmemesi durumudur. İştirak hâlinde teşebbüs ise, birden fazla kişinin katıldığı bir suçun tamamlanmadan engellenmesi halini ifade eder.

TCK m.35 hükmü uyarınca:

“Kişi, işlemeye kastettiği suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamazsa teşebbüsten dolayı sorumlu olur.”

Bu düzenleme, iştirakin varlığı halinde de geçerlidir. Yani, suça katılan her kişi, suçun teşebbüs aşamasına kadar olan katkısından sorumlu tutulur. Ancak burada önemli olan, suçun tamamlanmamasının failin iradesi dışında bir nedenle gerçekleşmiş olmasıdır. Eğer suçun işlenmemesi, katılımcılardan birinin kendi isteğiyle geri çekilmesi sonucu ortaya çıkmışsa, artık teşebbüs değil gönüllü vazgeçme hükümleri uygulanır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu, iştirak halinde teşebbüsün sınırlarını şu şekilde belirlemiştir:

“İştirak hâlinde işlenen suçlarda, her failin teşebbüs aşamasındaki rolü ve katkısı ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
Suçun tamamlanmaması hâlinde, failin iradi davranışı ile fiil arasında nedensellik bağı bulunmuyorsa teşebbüsten cezalandırılır.”
(YCGK, 2019/276 E., 2021/45 K., 22.03.2021 T.)

7.2. Gönüllü Vazgeçme (TCK m.36) ve İştirakte Uygulaması

TCK m.36, gönüllü vazgeçme hâlini düzenler:

“Fail, suçun icrasına başladıktan sonra kendi isteğiyle icra hareketlerinden vazgeçerse veya suçun tamamlanmasını önlerse cezalandırılmaz.”

Bu hüküm, yalnızca bireysel fail için değil, iştirak hâlindeki failler için de uygulanabilir. Ancak burada temel şart, vazgeçmenin gönüllü olması ve suçun tamamlanmasını gerçekten engellemiş olmasıdır.

İştirak hâlinde gönüllü vazgeçme üç farklı biçimde ortaya çıkabilir:

  1. Tüm faillerin birlikte vazgeçmesi:
    Suçu birlikte işlemeye karar veren failler, icra aşamasında ortak şekilde fiili sonlandırabilir.
    Bu durumda hiçbiri cezalandırılmaz; ancak daha önce gerçekleştirdikleri fiiller bağımsız suç oluşturuyorsa bunlardan sorumlu tutulurlar.

  2. Bir failin tek başına vazgeçmesi:
    Eğer faillerden biri, kendi iradesiyle icra hareketlerinden çekilir ve suçun tamamlanmasını önlerse, bu kişi gönüllü vazgeçmeden yararlanabilir.
    Ancak diğer fail suçu tamamlarsa, vazgeçen fail yardım eden veya azmettiren sıfatıyla sorumlu tutulabilir.

  3. Azmettirenin veya yardım edenin vazgeçmesi:
    Azmettiren veya yardım eden, suçu işlemeye yönlendirdiği kişiyi sonradan caydırırsa veya suçun işlenmesini engellerse, cezasız kalabilir.
    Bu durum da gönüllü vazgeçme kapsamında değerlendirilir.

Yargıtay uygulaması bu konuyu somutlaştırmıştır:

“Suçun işlenmesine birlikte karar verenlerden birinin icra hareketlerinden kendi isteğiyle çekilmesi ve diğer failin eylemi tamamlamasına engel olması hâlinde, vazgeçen kişi gönüllü vazgeçmeden yararlanır.”
(Yargıtay 1. CD, 2020/2458 E., 2021/1123 K.)

Bu içtihat, gönüllü vazgeçmenin kişisel nitelikte olduğunu, her katılımcı bakımından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiğini açıkça ortaya koyar.

7.3. Gönüllü Vazgeçmenin Koşulları

İştirak hâlinde gönüllü vazgeçmeden yararlanmak için iki temel şartın bulunması gerekir:

  1. İradi Unsur (Gönüllülük):
    Failin fiili sonlandırma kararı kendi özgür iradesine dayanmalıdır.
    Eğer korku, dış baskı, yakalanma endişesi veya zorunluluk nedeniyle vazgeçilmişse, bu gönüllülük değildir.

  2. Maddi Unsur (Engelleme):
    Fail yalnızca vazgeçmekle kalmayıp, suçun tamamlanmasını aktif olarak önlemiş olmalıdır.
    Örneğin azmettirdiği kişiyi suçtan caydırmak, suç aletlerini ortadan kaldırmak veya mağduru uyarmak gibi davranışlar bu kapsamdadır.

Bu iki koşulun bir arada bulunmaması hâlinde, gönüllü vazgeçme hükümleri uygulanmaz.
Fail, suçu tamamlamasa dahi teşebbüs hükümlerine göre cezalandırılır.

7.4. Gönüllü Vazgeçmenin Etkisi

Gönüllü vazgeçme hâlinde fail cezalandırılmaz; ancak icra hareketlerinden önce veya suçun hazırlık aşamasında işlenen bağımsız fiiller (örneğin silah bulundurma, tehdit gibi) varsa bunlardan sorumluluk devam eder.

Yargıtay kararlarında da bu ilke açıkça ifade edilmiştir:

“Sanığın gönüllü vazgeçme kapsamında eylemini sonlandırmış olması, suça teşebbüsten cezalandırılmasını engeller; ancak önceki bağımsız fiiller bakımından sorumluluğu ortadan kaldırmaz.”
(Yargıtay 5. CD, 2018/3127 E., 2019/4812 K.)

Dolayısıyla gönüllü vazgeçme, failin ahlaki iradesine dayalı bir cezasızlık nedeni olup, ceza hukukunda “etkin pişmanlık” kavramından farklıdır.

8. Suça İştirakte Cezanın Belirlenmesi ve Bireyselleştirme

İştirakte cezanın tayini, TCK m.3’teki orantılılık ve TCK m.61’deki bireyselleştirme ilkelerine dayanır. Hakim, her sanık için ayrı ayrı; suçun işleniş biçimi, kullanılan araç, yer ve zaman, konunun değeri, ortaya çıkan zarar/tehlikenin ağırlığı, kastın yoğunluğu ile amaç ve saiki somutlaştırarak değerlendirir. Sonuçta ceza, kişisel kusur ve fiile katkıdüzeyiyle uyumlu olacak şekilde belirlenir; tek kalıp ölçüt değil, somut olaya özgü gerekçeli bir denge esastır.

8.1. Kusurun bireyselleştirilmesi

Aynı olayda dahi her iştirakçi için: katkının zamanı (hazırlık–icra–sonrası), yoğunluğu, araç temini/planlama rolü, eylem sonrası tutum, kaçma/kanıt gizleme gibi göstergeler kusuru yukarı-aşağı taşır. “Gözcülük”, “kaçış planı”, “araç sağlama” çoğu kez yardım, icraya yön veren koordinasyon ise müşterek faillik göstergesidir.

8.2. Bağlılık kuralı ve kişisel nedenler 

Şeriklerin cezalandırılması kasten ve hukuka aykırı bir fiile bağlıdır. Hukuka uygunluk (meşru savunma vb.) varsa, iştirak de düşer. Buna karşılık kişisel cezasızlık nedenleri (yaş küçüklüğü, akıl hastalığı) faile özgüdür; şeriklere sirayet etmez.

9. Sonuç

Suça iştirak kurumu, Türk Ceza Hukuku’nun en sistematik ve dinamik alanlarından biridir. 5237 sayılı TCK ile getirilen ikilik sistemi, modern ceza hukukunun gerektirdiği bireysel adalet anlayışını yansıtmaktadır. Fail, azmettiren, yardım eden veya şerik ayrımı; kusurun derecesine göre cezalandırmanın sınırlarını belirler. Sonuç itibarıyla, iştirak hükümleri yalnızca suç ortaklarını cezalandırma aracı değil, aynı zamanda ceza adaletinin “birey merkezli” uygulanmasının da garantisidir. Herkesin kendi kusuru oranında sorumlu tutulduğu bir ceza sistemi, hem toplumsal barışı hem de hukuk devletinin güvenirliğini güçlendirir.

Yiğit Legal © 2025 Tüm hakları saklıdır.

bottom of page