TCK Madde 3 – Adalet ve Kanun Önünde Eşitlik İlkesi
1. Giriş
Türk Ceza Hukuku’nun en temel dayanaklarından biri, adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesidir. Bu ilke, yalnızca bir ahlak veya vicdan çağrısı değil; aynı zamanda hukuk devletinin somut teminatıdır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 3. maddesi, ceza adalet sisteminde “haklılık”, “ölçülülük” ve “eşitlik” ilkelerini birlikte düzenleyerek, yargı mercilerine rehberlik eden bir anayasal çerçeve oluşturur.
Ceza hukukunun amacı yalnızca suçluyu cezalandırmak değil; aynı zamanda toplumsal düzeni adaletli biçimde yeniden kurmaktır. Bu nedenle, suç işleyen kişiye uygulanacak ceza, fiilin ağırlığıyla orantılı, insan onuruna saygılı ve kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olmalıdır. TCK m.3 tam da bu noktada devreye girer ve keyfiliğe karşı hukukun güvencesi haline gelir.
2. TCK m.3’ün Amacı ve Hukuki Niteliği
5237 sayılı TCK’nın “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” başlıklı 3. maddesi şu hükmü içerir:
“Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur.”
Bu düzenleme, adalet kavramını somutlaştırarak, her cezanın suçun niteliğiyle uyumlu olması gerektiğini ortaya koyar. Kanun koyucu, geçmişte görülen aşırı cezalandırma veya keyfi uygulamaları önlemek amacıyla, cezanın belirlenmesinde orantılılık ve eşitlik kriterlerini açıkça ifade etmiştir.TCK m.3, yalnızca cezanın belirlenmesine değil; aynı zamanda tüm yargılama sürecine yön veren bir ilkedir. Hâkim, kararını verirken hem failin kişisel özelliklerini hem de eylemin ağırlığını dikkate almakla yükümlüdür. Böylece hukuk düzeni, hem bireyin hem toplumun çıkarlarını koruyacak bir denge kurar.
3. Orantılılık İlkesi ve Adalet Kavramı
TCK m.3’ün merkezinde orantılılık ilkesi yer alır. Orantılılık, cezanın ağırlığı ile suçun ağırlığı arasında makul bir dengenin kurulması anlamına gelir. Bu ilke, hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir çünkü cezalandırma yetkisinin sınırını çizer.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2019/61 sayılı kararında bu hususu açık biçimde vurgulamıştır:
“Suç işlenmesiyle bozulan toplum düzeninde adaletin sağlanması, suç işleyen kimseye uygulanacak yaptırımın haklı ve ölçülü olmasıyla mümkündür.”
Dolayısıyla, orantılılık ilkesi yalnızca cezaların belirlenmesinde değil, bütün ceza hukukunun işleyişinde adaleti sağlayan denge unsurudur.Bu denge sağlanmadığında, cezalandırma artık adaletin değil, devletin güç gösterisinin aracı haline gelir.Orantılılık ilkesinin özü, cezalandırmanın hem failin kişiliğine hem de eylemin toplumsal etkisine göre değerlendirilmesi gerektiğidir. Hâkim, her somut olayda bu dengeyi gözetmekle yükümlüdür. Böylece ceza, bireysel pişmanlık yaratırken, toplumda da hukuka güveni pekiştirir.
4. Kanun Önünde Eşitlik ve Ayrımcılığın Yasaklanması
Eşitlik ilkesi, yalnızca ceza miktarları açısından değil, ceza hukukunun bütün uygulama alanlarında geçerlidir. TCK m.3’ün gerekçesi açıkça belirtir ki; “insanın ırkı, dini, dili, düşüncesi veya cinsiyeti nedeniyle haksız muameleye uğraması, ceza hukukunun insancıl karakterine aykırıdır.”Bu ifade, anayasal eşitlik ilkesinin ceza hukukundaki yansımasıdır.
Anayasa’nın 10. maddesi “kanun önünde eşitlik” hükmüyle, devletin cezalandırma gücünü sınırlandırırken, TCK m.3 bu ilkenin uygulama aracını oluşturur. Ceza hukukunda eşitlik; benzer durumda olan kişilerin aynı kurallara tabi tutulması, farklı durumda olanlara ise farklı muamele edilmesini öngörür. Bu, “biçimsel” değil “maddi eşitlik” anlayışıdırÖrneğin, aynı suçu işleyen iki kişi arasında sosyal statü, etnik köken veya meslek farkı gözetilerek ceza tayin edilmesi, TCK m.3’ün açık ihlalidir.Bu yönüyle madde, ceza hukukunda ayrımcılığın önlenmesi kadar, insan onurunun korunmasını da güvence altına alır. Ceza adalet sistemi, ancak eşitlik ve orantılılık ilkeleri birlikte uygulandığında meşruiyet kazanır.
5. TCK m.3’ün Anayasa ve Uluslararası Hukukla Bağlantısı
TCK m.3, yalnızca ulusal düzenlemelerle değil, uluslararası insan hakları belgeleriyle de doğrudan bağlantılıdır.
Anayasa’nın 38. maddesi, “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ve “kanunilik ilkesi” ile birlikte, adil yargılanma ve eşitlikkavramlarını teminat altına almıştır.
Ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. ve 14. maddeleri, “adil yargılanma hakkı” ve “ayrımcılık yasağı”na açıkça yer verir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Kokkinakis v. Yunanistan ve Taner Akçam v. Türkiye kararlarında, kanunların hem erişilebilir hem de öngörülebilir olması gerektiğini, aksi halde bireyin adil yargılanma hakkının ihlal edileceğini belirtmiştir.
Bu çerçevede TCK m.3, Türkiye’nin uluslararası yükümlülükleriyle uyumlu bir adalet anlayışını temsil eder.
Ceza hukukunun, keyfi uygulamalardan uzak, insan haklarına dayalı bir zeminde şekillenmesi, hem iç hukuk hem de uluslararası hukuk bakımından zorunludur.
6. Yargıtay Kararlarında Orantılılık ve Eşitlik İlkesi
6.1. Yargıtay Ceza Genel Kurulu – 2019/317 Kararı
Bu kararda Yargıtay, orantılılık ilkesinin yalnızca cezanın belirlenmesinde değil, tüm artırma ve indirim nedenlerindedikkate alınması gerektiğini vurgulamıştır.
Kararda şu ifade dikkat çekicidir:
“TCK’nın 3. maddesi hükmü, sadece temel cezanın belirlenmesinde değil, bütüncül bir değerlendirmeyle, failin eylemi ile cezanın ağırlığı arasında bir orantı bulunmasını öngörür.”
Bu karar, hâkimlerin ceza belirlerken keyfi davranamayacağını ve her kararın ölçülülük temeline dayanması gerektiğini hatırlatır.
6.2. Yargıtay 16. Ceza Dairesi – 2018/633 Kararı
Bu kararda Yargıtay, “orantılılık” kavramını geniş yorumlamış ve cezanın kişiselleştirilmesi açısından TCK m.3’ün önemini vurgulamıştır.
Mahkeme, failin kişiliği, kast derecesi, suçun işleniş biçimi ve toplumsal etkisini dikkate almadan verilen ağır cezaların adalet ilkesini ihlal ettiğini belirtmiştir.
Bu karar, orantılılık ilkesinin yalnızca yargısal bir teknik değil, aynı zamanda insan hakları odaklı bir adalet ölçütüolduğunu ortaya koyar.
6.3. Yargıtay 2. Ceza Dairesi – 2018/4009 Kararı
Bu kararda, küçük yaşta bir sanık hakkında hırsızlık suçundan verilen cezanın orantısız olduğu tespit edilmiştir.
Yargıtay, 140 TL değerindeki zararın “suçun toplumsal ağırlığıyla orantılı olmayan bir ceza” ile karşılandığını belirterek, kararın bozulmasına hükmetmiştir.
Bu örnek, TCK m.3’ün yalnızca teorik bir norm değil, adaletin somutlaştırıldığı bir ölçüt olduğunu göstermektedir.
7. Uygulamada Karşılaşılan Sorunlar
TCK m.3’ün uygulamasında en sık karşılaşılan sorunlardan biri, hâkimlerin orantılılık ilkesini soyut gerekçelerle geçiştirmesidir.
Bazı kararlar, cezanın alt veya üst sınırdan belirlenme nedenini yeterince açık göstermediği için, adaletin görünürlüğü zedelenmektedir.
Bu durum, hem kamu vicdanında hem de yargıya olan güven açısından olumsuz sonuçlar doğurur.
Bir diğer sorun, eşitlik ilkesinin yorumlanmasındaki farklılıklardır. Özellikle toplumsal konumu güçlü olan sanıklar lehine verilen cezai indirimler, toplumda “adaletin seçici uygulandığı” algısını güçlendirmektedir.
Bu nedenle Yargıtay, TCK m.3’e dayanarak verdiği birçok kararda, hâkimlere somut ve gerekçeli karar verme yükümlülüğünü hatırlatmıştır.
Adaletin sağlanması, sadece kanun koyucunun değil, uygulayıcının vicdanının da adalet ilkesiyle örtüşmesiylemümkündür.
Bu nedenle, orantılılık ve eşitlik ilkeleri birlikte uygulanmadığında, ceza hukukunun en temel amacı olan “adil denge” bozulur.
