top of page

Ceza Hukukunda Kanunilik İlkesi Nedir? (TCK m.2 ve AİHS m.7 Kapsamında Açıklama)

Ceza hukukunun en temel ilkelerinden biri olan kanunilik ilkesi, bireylerin özgürlüklerini devletin cezalandırma gücüne karşı koruyan anayasal bir güvencedir. Bu ilke, yalnızca cezaların yasallığını değil, aynı zamanda hukuk devletinin varlık şartını da ifade eder. “Kanunsuz suç ve ceza olmaz” anlayışıyla şekillenen sistem, keyfî yargılamaları önleyerek hem yargı organlarının hem de idarenin yetkilerini sınırlar. Bu yazıda, TCK m.2 ve AİHS m.7 hükümleri çerçevesinde kanunilik ilkesinin tarihsel gelişimi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarındaki yeri, lehe kanun uygulaması ve vergi ceza hukukundaki yansımaları ayrıntılı biçimde incelenecektir.

1. Kanunilik İlkesinin Tanımı ve Hukuk Devletiyle İlişkisi

Ceza hukukunda kanunilik ilkesi, bir fiilin suç sayılabilmesi için o fiilin kanunda açıkça tanımlanmış olması gerektiğini ifade eder. “Nullum crimen, nulla poena sine lege” yani “kanunsuz suç ve ceza olmaz” kuralı, bireyi keyfi cezalandırmalara karşı korur. Anayasa’nın 38. maddesi, bir kişinin yalnızca kanunların açıkça suç saydığı fiillerden dolayı cezalandırılabileceğini söyler. Bu madde, keyfi yargılamaların önüne geçmek ve vatandaşın özgürlüğünü korumak için getirilmiştir.Türk Ceza Kanunu’nun 2. maddesi de bu anayasal ilkeyi destekler. Kanunda açık bir suç tanımı yoksa kimseye ceza verilemez. Böylece suçların ve cezaların sınırı, sadece Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından çıkarılan kanunlarla belirlenir.Bu iki düzenleme birlikte, devletin cezalandırma gücünü sınırlandırır ve insanlara güvenli bir hukuk ortamı sağlar. Kısacası, kanunilik ilkesi hem Anayasa hem de TCK ile desteklenerek hukuk devleti anlayışının temel taşı haline gelir.

2. Kanunilik İlkesinin Tarihsel Gelişimi

Kanunilik ilkesinin tarihsel temelleri, devlet gücünün sınırlandırılmasına yönelik ilk adımlardan biri olan 1215 tarihli Magna Carta Libertatum’a kadar uzanır. Bu belgeyle, kralın keyfi cezalandırma yetkisi kısıtlanmış, bireylerin özgürlüğü ilk kez hukuki güvence altına alınmıştır. 18.yüzyılda Aydınlanma düşüncesinin yükselişi, cezalandırma anlayışını kökten değiştirmiştir. Cesare Beccaria, 1764 tarihli “Dei delitti e delle pene” (Suçlar ve Cezalar Üzerine) adlı eserinde, cezaların sadece kanunla konulabileceğini ve orantılı olması gerektiğini savunarak modern ceza hukukunun temellerini atmıştır. Beccaria’ya göre cezalandırmanın amacı, intikam değil, toplumsal düzenin korunmasıdır; bu da ancak öngörülebilir ve adil yasalarla mümkündür.

Paul Johann Anselm von Feuerbach ise bu düşünceyi sistematik hale getirerek “psikolojik zorlama teorisi”ni geliştirmiştir. Ona göre birey, cezanın yasayla önceden belirlenmiş olduğunu bildiğinde suç işlemekten kaçınır; bu da hukuk düzeninin caydırıcılığını artırır.

Böylece Aydınlanma dönemiyle birlikte ceza, keyfi güç kullanımının değil, adaletin rasyonel bir aracının sembolü haline gelmiştir. Kanunilik ilkesi, bu düşünsel dönüşümün sonucu olarak yalnızca cezalandırmayı değil, bireysel özgürlükleri koruyan anayasal sistemin merkezini oluşturmuştur.1926 tarihli TCK ile ilke ilk kez sistematik biçimde kabul edilmiş, 2004 tarihli yeni kanunla birlikte belirlilik ve öngörülebilirlik boyutları güçlendirilmiştir.

3. Kanunilik İlkesinin Unsurları Nelerdir?

Ceza hukukunda kanunilik ilkesinin içeriği, birbiriyle bağlantılı alt ilkelerle somutlaşır. Öncelikle, “kanunsuz suç olmaz” ilkesi, bir davranışın suç olarak kabul edilebilmesi için mutlaka kanunda açıkça tanımlanmış olmasını şart koşar. Bu sayede vatandaş, hangi fiilin cezai yaptırıma tabi olduğunu önceden bilir. Buna paralel olarak “kanunsuz ceza olmaz”ilkesi, cezaların türü, süresi ve uygulanma biçiminin de yalnızca kanunla belirlenebileceğini öngörür; yargı organları kanunda yer almayan bir ceza veremez.

Kıyas yasağı, ceza hukukunun sınırlarını koruyan bir diğer önemli güvencedir. Hakim, kanunda yer alan bir hükmü benzer bir olaya genişleterek yeni bir suç veya ceza yaratamaz. Belirlilik ilkesi ise bu sistemin tamamlayıcısıdır; kanunlar sade, açık ve öngörülebilir olmalı, birey hangi eylemin suç sayılacağını önceden anlayabilmelidir.

Zaman bakımından uygulamaya ilişkin lehe kanun ilkesi (TCK m.7), fail lehine olan yeni bir düzenlemenin geçmişe yürüyebilmesine izin verir; böylece cezalandırmada adalet ve hakkaniyet korunur. Son olarak, örf ve adet yasağı, ceza hukukunun yalnızca yazılı kaynaklara dayanması gerektiğini belirtir. Hiçbir gelenek, örf veya idari uygulama, suç ve ceza yaratma gücüne sahip değildir. Bu alt ilkeler birlikte değerlendirildiğinde, devletin cezalandırma yetkisini sınırlayan, bireyin özgürlük alanını güvence altına alan bütüncül bir hukuk mekanizması ortaya çıkar.

4. Zaman Bakımından Uygulama ve Lehe Kanun İlkesi

TCK m.7 uyarınca, suçun işlendiği tarihte yürürlükte olan kanun esas alınır (tatzeitprinzip).
Ancak, yeni kanun failin lehineyse geçmişe yürür.
Lehe kanun tespitinde sadece ceza miktarına değil, haksızlığın özüne bakılır.
Suçun özü değişmemişse, daha hafif yaptırım öngören düzenleme uygulanır.

5. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve AİHM Kararlarında Kanunilik İlkesi

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), kanunilik ilkesini yalnızca ulusal hukuk sistemlerinin bir parçası olarak değil, insan haklarının evrensel güvencelerinden biri olarak kabul eder. Sözleşmenin 7. maddesi, “hiç kimse işlendiği sırada suç sayılmayan bir fiilden dolayı cezalandırılamaz” hükmüyle, keyfi cezalandırmanın önüne geçer ve bireyi devletin sınırsız ceza yetkisine karşı korur. Bu madde, yalnızca geçmişe yürüyen cezai düzenlemeleri yasaklamakla kalmaz; aynı zamanda kanunların öngörülebilir, erişilebilir ve anlaşılabilir olmasını da zorunlu kılar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), geliştirdiği içtihatlarla bu maddeyi dinamik biçimde yorumlamış; kanunilik ilkesini hukukun kalitesi, öngörülebilirlik ve keyfilikten korunma ölçütleri üzerinden somutlaştırmıştır. Bu nedenle, AİHM kararları günümüzde kanunilik ilkesinin yalnızca biçimsel değil, özsel bir adalet ilkesi haline gelmesinde belirleyici rol oynamaktadır.

5.1. AİHM İçtihatları

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kanunilik ilkesini yorumlarken yalnızca kanunun varlığına değil, aynı zamanda **“hukukun kalitesi”**ne de vurgu yapar. Mahkeme, Kokkinakis v. Yunanistan, S.W. v. Birleşik Krallık ve Del Río Prada v. İspanya davalarında, cezai hükümlerin birey tarafından erişilebilir, anlaşılabilir ve öngörülebilir olması gerektiğini açıkça belirtmiştir. Bu içtihatlara göre, bir kişi davranışının cezai sonuçlarını makul ölçüde öngörebilmelidir; aksi halde kanunilik ilkesi ihlal edilmiş sayılır.

AİHM, Taner Akçam v. Türkiye kararında ise, belirsiz ve sınırları net çizilmemiş suç tanımlarının ifade özgürlüğüyle bağdaşmadığını vurgulamıştır. Mahkemeye göre, cezai hükümlerin yoruma açık biçimde düzenlenmesi, bireylerin düşüncelerini açıklama hakkı üzerinde caydırıcı bir etki yaratır. Bu kararlarla birlikte AİHM, kanunilik ilkesine yalnızca biçimsel değil, özsel ve dinamik bir içerik kazandırmış; modern hukuk sistemlerinde ceza normlarının kalitesini, özgürlüklerin korunmasıyla doğrudan ilişkilendirmiştir.

6. Türk Hukukunda Kanunilik İlkesinin Uygulaması

Anayasa m.38 ve TCK m.2, ceza hukukunda kanuniliğin sınırlarını çizer.Yargıtay, kıyas yasağının mutlak olduğunu; benzer olaylara dayanarak yeni suç tanımlanamayacağını vurgular.Anayasa Mahkemesi, 2017/33714 sayılı kararında idarenin düzenleyici işlemlerle ceza koyamayacağını belirlemiştir.Bu kararlar, yasama yetkisinin devredilemeyeceğini ve cezanın sadece kanunla belirlenebileceğini teyit eder.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2017/821 Esas, 2019/358 Karar sayılı ilamı, ceza hukukunda kanunilik ilkesinin ve özellikle kıyas yasağının önemini vurgulamaktadır. Bu kararda mahkemelerin, suç ve ceza içeren hükümleri genişleterek veya kıyas yoluyla uygulayamayacağı açıkça belirtilmiştir. Böylece yargı organlarının yalnızca kanunda düzenlenen sınırlar içinde hüküm kurabileceği ve yeni bir suç yaratamayacağı ortaya konmuştur.

Yargıtay 18. Ceza Dairesi’nin 2018/7936 Esas, 2019/4121 Karar sayılı ilamı da benzer bir şekilde kıyas yasağının kanunilik ilkesinin ayrılmaz parçası olduğunu göstermektedir. Karara konu olayda, müşteri sırrı niteliğindeki belgelerin açıklanması suçu yönünden kıyas yoluyla hüküm genişletme girişimi reddedilmiştir. Bu yaklaşım, kanunda açıkça yer almayan fiillerin benzerlikten hareketle suç olarak kabul edilemeyeceğini bir kez daha teyit etmektedir.

Marka hakkına tecavüz suçu bağlamında verilen 2018/2282 Esas, 2020/2823 Karar sayılı Yargıtay kararı da kanunilik ilkesinin uygulamadaki önemini ortaya koyar. Bu kararda Yargıtay, marka hakkı ve ilgili düzenlemeler arasında uyumsuzluk olduğu durumlarda mahkemelerin cezai sorumluluğu geniş yorumlamamasını, cezaların yalnızca kanunda belirlenen çerçevede uygulanabileceğini belirtmiştir. Bu karar, özellikle ticaret ve fikri mülkiyet alanında da kanunilik ilkesinin ihlali riskine dikkat çekmektedir.

Bu Yargıtay içtihatları birlikte değerlendirildiğinde, ceza hukukunda kanunilik ilkesinin hem bireyi koruyan hem de yargı organlarının yetkilerini sınırlayan bir güvence mekanizması olarak işlediği görülmektedir. Suç ve ceza yalnızca kanunda açıkça düzenlenmişse uygulanabilir; aksi takdirde bireyin özgürlüğü ve hukuki güvenliği tehlikeye girer.

7. Vergi Ceza Hukukunda Kanunilik İlkesinin Önemi

Vergi ceza hukukunda da “kanunsuz ceza olmaz” ilkesi aynı şekilde geçerlidir. Vergi cezaları, doğrudan bireyin mali hak ve yükümlülüklerini etkilediği için cezai nitelik taşır ve bu nedenle yalnızca kanunla öngörülebilir. Hiçbir idari makam, özellikle Hazine ve Maliye Bakanlığı gibi yürütme organları, genel tebliğ, yönetmelik ya da sirküler yoluyla yeni bir ceza düzenlemesi getiremez.

Bu konuda Anayasa Mahkemesi’nin 25 Mayıs 2022 tarihli (B.No: 2017/33714) kararı emsal niteliğindedir. Mahkeme, idarenin genel tebliğlerle cezai yaptırım ihdası yapamayacağını, bunun yasama yetkisinin devri anlamına geleceğini vurgulamıştır. Bu karar, vergi hukukunda cezaların yalnızca yasama organı tarafından konulabileceği yönündeki temel anayasal ilkeyi pekiştirmiştir. Dolayısıyla genel tebliğler, sadece uygulamayı açıklamak veya teknik ayrıntıları göstermek amacıyla kullanılabilir; hiçbir şekilde yeni bir cezai sorumluluk doğuramaz. Bu yaklaşım, hem hukuki güvenlik hem de kanunilik ilkesi açısından vergi mükelleflerinin temel güvencesini oluşturur.

8. Kanunilik İlkesinin Diğer Anayasal İlkelerle Bağı

Kanunilik ilkesi, anayasal düzenin diğer temel ilkeleriyle birlikte hukuk sisteminin bütünlüğünü sağlar. Öncelikle hukuk devleti ilkesi, devletin cezalandırma gücünü kanunla sınırlayarak keyfi uygulamaları engeller. Hukuki güvenlik ilkesi, bireylere davranışlarının hukuki sonuçlarını önceden öngörebilme imkânı verir; böylece kimse, sınırları belirsiz bir suç tanımıyla karşı karşıya kalmaz. Eşitlik ilkesi, benzer fiilleri işleyen herkesin aynı cezai muameleye tabi olmasını zorunlu kılarak adalet duygusunu güçlendirir. İfade özgürlüğü ise, belirsiz veya geniş yorumlanabilen suç tanımlarının bireyin düşünce ve ifade alanına müdahale etmesini engeller. Bu ilkelerin bir arada uygulanması, ceza hukukunda hem adil yargılamayı hem de özgürlüklerin korunmasını mümkün kılar. Dolayısıyla, kanunilik ilkesi yalnızca bir ceza hukuku ilkesi değil, demokratik hukuk düzeninin sürekliliğini sağlayan temel denge unsurudur.

9. Uluslararası ve Karşılaştırmalı Hukukta Kanunilik İlkesi

Almanya, Fransa, İtalya ve ABD gibi birçok ülkede kanunilik ilkesi benzer biçimde uygulanır.
Alman Ceza Kanunu §1, İtalyan Ceza Kanunu madde 1 ve Fransız Ceza Kanunu 111-3 hep aynı ilkeyi tekrarlar:
“Yasada yazmayan fiil suç, yazmayan yaptırım ceza olamaz.”
ABD hukukunda “due process of law” ilkesi aynı koruma işlevini görür.
Bu ortak anlayış, kanuniliğin evrensel bir hukuk değeri olduğunu gösterir.

10. Sonuç: Kanunilik İlkesinin Hukuk Devleti İçindeki Yeri

Kanunilik ilkesi, ceza hukukunun temel direği ve bireysel özgürlüklerin en güçlü güvencesidir. Devletin cezalandırma yetkisi mutlak değildir; yalnızca kanunla sınırlandırıldığında meşruiyet kazanır. Bu ilke sayesinde keyfi yargılama ve cezalandırma önlenir, herkes için öngörülebilir bir hukuk düzeni oluşturulur. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 7. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yerleşik içtihatları da, kanunilik ilkesini uluslararası düzeyde bağlayıcı bir norm haline getirmiştir.

Hukuk devleti anlayışının somut yansıması olan bu ilke, yalnızca suç ve cezaların belirlenmesinde değil, devletin tüm cezalandırma mekanizmasının işleyişinde sınır çizer. Kanunilik, keyfiliği önler, yasama ile yürütme arasındaki yetki dengesini korur ve bireyin özgürlük alanını güvence altına alır. Sonuçta bir hukuk sisteminin gerçek gücü, kanunilik ilkesine ne ölçüde bağlı kaldığıyla ölçülür; çünkü bu bağlılık, hem adaletin hem de özgürlüğün temelidir.

Yiğit Legal © 2025 Tüm hakları saklıdır.

bottom of page